Sayfalar

İzleyiciler

25 Ekim 2015 Pazar

Sömürü kader değil

İşte veganlığı tüketime indirgeyen bir yazı daha(!)
Vejetaryenlikten sonra veganlığı da öğrenmeye başladık. Veganların protein eksikliğinden öleceğine dair endişe bir nebze azalmış görünüyor; "bal da mı yemiyorsunuz?" soruları daha az duyulur oldu.
Hayvanları sömürmeden elde edilen (hayvanlar dışında kimleri sömürdüğünü bilemediğimiz) şampuanlar da bulunabiliyor artık. Veganlar için tüketim bir nebze kolaylaşmış durumda.
Başta belirteyim: Bu rehber niteliğindeki yazı, tüketimi olumlamak amacıyla yazılmadı. Amaç ne veganlığın kurallarını belirlemek, ne de tüketime teşvik edecek bir liste oluşturmak. Yazının niyeti geçici bir çözüm aramak.
Örneğin, belediyelerin hayvanları sokaklardan ‘temizlemek’ amacıyla kurduğu toplama kamplarını desteklemek mümkün değil, bu konuda hemfikiriz. Yine de bu kampları lağvetmek ya da işlevsiz binalar haline getirmek için yürütülen mücadelenin yanında o süre zarfında orada yaşamak zorunda bırakılan hayvanların sağlığını düşünmek, kampların koşullarını takip etmek, bozuk olanın içinde en doğrusunu yapmak mecburiyetinde kalınabiliyor. Şu anki tüketim şeklimizi de kötünün içinde en iyisini aramak olarak görüyorum.
Bana kalırsa veganizm, vegan lahmacun yemekten, deriye benzeyen ama deri olmayan ayakkabı giymekten ve ellerimizi sömürüsüz sabunlarla yıkamaktan başka bir şeyi ifade ediyor. Bu yüzden buraya kadar kastî kullanılan "veganlık" kelimesi yerini yazının bu kısmından sonraki bölümlerinde veganizme devretmeli.
Veganizm konusunda meşguliyetimizi nasıl doyacağımızdan, yasaklı içecekler listesinden, nasıl sömürüsüz ama şık olacağımızdan bir adım öteye götürmemiz gerek. Vegan çözümler ararken hayvan özgürlüğünü konuşmaktan dahası dert etmekten vazgeçmememiz lazım. Sanırım burada yasal bir uyarıya ihtiyaç var: Veganizm politik bir harekettir ve vegan olmak sizi aktivist yapar.
Tüketim ile ilgili bir çözümü Yeryüzüne Özgürlük’ten Güray Tezcan yazmış: “Atabileceğimiz adımların listesi, büyük market ve mağazalardan alışverişi kesmek, takas pazarlarına, bedava yemek dağıtan projelere güç vermekten, otostop çekmek, araba/otobüs yerine bisiklete binmek, yürümek ve mümkünse bu modern sömürüden koşarak uzaklaşarak her kullanacağımızı/yiyeceğimizi binbir zahmetle kendimiz üreteceğimiz (do-it yourself) parasız ve patronsuz bir kültüre geçiş yapmaya kadar gider.”
Yazının girişine de yol gösteren Veganların Tüketim Kültürü ile İmtihanı isimli yazıyı şöyle noktalanıyor: Sömürü kader değil, kesin bilgi, yayalım.
-----

Yiyecek ve içecekler

Bu konu vegan beslenme için en ikircikli mesele sanırım. İstanbulu baz alırsak, tüm ürünleri vegan olan ikisi Yeldeğirmeni’nde biri Tophane’de olmak üzere bildiğim üç mekan var. Bu listenin kısalığı ‘neredeyse’ tüm seçenekleri vegan olan ya da ‘mayonez de alabilir miyim’ dediğinizde reddetmeyen mekanları dahil etmemekle ilgili.
Yeme-içme meselesinin sıkıntılı olmasının nedeni vegan seçenekleri kepapçılarda da bulabiliyor olmanız; daha da kötüsü bazı yerler için vegan beslenmenin yeni bir pazar haline gelmesi. Bunun en somut örneği olarak Kadıköy’deki işletmeler verilebilir. Çalışan, gününü dışarda geçirmek zorunda kalan ya da yemek yapmak için vakti olmayan veganları keşfeden işletmeler bir ya da iki vegan seçeneği -bana kalırsa ederinden fazla ücretle- mönülerine eklediler. Veganlar dışarıda yemek yediğinde yan masasında hayvan yenen lokantalarda oturmak zorunda.
Bu durum bir yandan vegan kelimesinin duyulması açısından önemli. Daha çok insanın hayvanları sömürmeden yaşamına devam etmesi için bir teşvik olabileceğini unutmamakla birlikte veganizmin bir kâr kapısı olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Bu yüzden işletmelerin ‘nasılsa yiyecekler’ bakışıyla mönüye koydukları vegan opsiyonların en son seçenek olması gerektiğini düşünüyorum.
İşte o yazı :

veganlarin-tuketim-kulturu-ile-imtihani3cc78053e3215d0d8a04Vejetaryenlik Türkiye’deki herkesin malumu; ama veganlık yeni yeni duyuluyor. Dünyada da herkesin bildiğini iddia edemeyiz; ama Batı toplumlarında artık duyuluyor, hissediliyor. Kavram Batı’dan ithal olabilir; ama altında yatan şey herkesin kalbinden. Asla kan dökülsün istememek, kimsenin köle olmasına veya acı çekmesine olur vermemek, hayvanın çektiği acının ve beklediği özgürlüğün bir çocuğunkinden farksız olduğunu kendinden saklamamak. Anadolu’nun köylerinde gezdiğinizde vegan olduğunuzu söylerseniz belki hemen anlaşılmazsınız; ama “hayvanlardan gelen şeyleri yemek istemediğinizi” söylediğinizde hemen her köyde size benzer biri olduğuna dair hikâyeler dinleyebilirsiniz. Bu insanların kimisi sağlık için kimisi hayvansal ürünlerin tadı/kokusundan tiksindiği için bu yolda olabilir; ama vegan topluluk çoğunlukla ahlaken veya politik olarak –hayvan özgürlüğü adına- bu yolu seçenlerden müteşekkildir. Genel eğilimle tanımlayacak olursak hayvan etinin yanı sıra, onun emeğini kullanarak üretilen yan ürünleri de (süt ürünleri, yumurta, bal) tüketmemeye veganlık denir. Buna kimisi hayvan deneyi yapılmamış kozmetik/temizlik ürünlerini kullanmayı katar, kimisi ise hayvan deneylerinden geçerek üretildiği için ilaçlara da hayır der. Gördüğünüz üzere hep bu içine doğduğumuz modern ve Batılı kent yaşamının kurallarına göre belirlenmiş, faturalı/reçeteli bir tüket/tüketme listesi var veganların; bu yüzden modern kent yaşamının yabancılaşmış ruhundan ve Batı’nın içkin şiddetinden bağımsız olması da oldukça zor… Bu kısa yazının devamı internette tamamına erişebileceğiniz Rahatsız Veganlar bildirisinden pasajlar içeriyor.
Veganlığın Türkiye’de daha bir gündeme gelir olması her vegan gibi beni de mutlu ediyordu; ancak internetteki arama motorlarının istatistikleri biraz tuhaf bir sonuç vermişti: Vegan sözcüğü tavan yaparken hayvan özgürlüğü terimi çok az yazılıp çizilmişti. Sanki vegan grevin esir hayvanlar için başlatıldığı unutulmuş, grevin kendisi zaferle sonuçlanmadan bir onur kaynağına dönüşmüştü. Onur sözcüğünü öylesine seçmedim; toplumda görünürlüğü arttırmak için LGBT bireylerin tuttuğu yolu tutan vegan aktivistler Vegan Onur Yürüyüşleri başlatmıştı. Veganlığın veya hayvan özgürlüğü aktivistlerinin görünürlük kazanması ve toplumda ötekileştirilmeden anlaşılması herkesin yararına; ama hayvan esareti (dolayısıyla kendi esaretimiz) tüm gücüyle devam ederken onur duyacak zamanımız yoktu. Onurun kaynağında veganlığın kimlikleşmesi, kimlikleşmenin kaynağında ise herkesi “düşünce dünyasının gaz haliyle” değil “işinin gücünün katı haliyle” yüceltmeyi seven Batı uygarlığı var. Şu ayrımı yapalım: Hayvan özgürlüğü veya tahakküm karşıtı olmak teorik bir gerekçe, veganlık ise pratik bir sonuçtur. Özünde, insanların çoğunu harekete geçiren, vegan yaşam pratiğinin cazibesi değil hayvan özgürlüğü ülküsüne ikna olmaktır. Veganlığın devamlı kendine karşı olmayı da içeren soyut, akışkan ve asi bir mücadele halinden ziyade somut ve sınırları çizilmiş “kâmil insan”lığı simgelemeye başlaması, tüketim toplumunun “O zaman şunu yemiyorsun sen?” diye sora sora bizi de kendine benzetmesindendir. Pratik sonucun kuramsal gerekçeyi gölgelemesi, yani kendimizi hayvan özgürlüğü yanlısı veya aktivisti değil de vegan olarak lanse eder olmamız toplumun tüketici zihniyetinden bağımsız açıklanamaz. Veganlığı sömürü karşıtlığında varılacak son nokta sanmak kibir, ilk noktalardan biri sanmaksa hicap ve daha fazla mücadele doğurur. Bu son nokta anlatısı, esir hayvanlar uğruna eline kerpeten alabilecek potansiyel öfkelilerin eline çırpıcıyı tutuşturarak onları yatıştırır, mutfağa geri gönderir.
“Veganların tümünün hemfikir olduğu pratikler” olduğunu varsaymak ve veganlığın sınırlarını kapitalist tüketim içerisindeki seçimlerle çizmek, şehirde doğan ve şehirde ölmekte bir beis görmeyenlerin kendi yakın çevresini genellemesinden ileri gelir. Batı’nın yabancılaşmışlığı ve içkin ötekileştirmesinin bu konuya yansıması, uygarlığı terk etmiş bir orman insanından, frigandan (yemeğini yalnızca medeniyetin yenebilir olduğu halde çöpe gönderdiği besinlerden karşılayan) veya uygarlığa hiç yaklaşmamış bir Eskimo’dan da pirüpak veganlık bekleme ahlakçılığıdır. Oysa şu grev diye kodladığım bizim veganlık, pisliğin kalbinde doğduğumuz için temizlenme adımları olarak bize lazımdır. Bu bağlamda vegan davranışın da hayvan özgürlüğü eylemlerinin de mezbahaları ve toplama kamplarını icat eden ülkelerden çıkması tesadüf değildir. Bunca pisliğin içinde veganlığa geçerek pirüpak olunabileceğini savunmak da en basitinden sömürüyü yalnızca hayvana yönelik sanma saflığıdır. Veganlık, sömürüye karşı başlanması “gereken” grevlerden “biri” olarak güzeldir; ama bu grev ertesi gün işe (sisteme) dönmeyi bekleyen işçi psikolojisine değil Walter Benjamin’in anlattığı sistemi kilitleyebilecek bir motivasyona yüzünü dönmediği sürece süpermarketlerin canına minnettir. Ancak gün itibariyle sömürüye karşı acilen dert edinmemiz gereken ürünler veganlara özel üretilmiş salamlar veya peynirler değil; hepimizin sürekli yenisini almaya özendirildiği bilgisayar, telefon, araba gibi tüketim manyaklıkları… Örneğin yeni çıkan her bilgisayar ve telefon dünyada sınırlı olan bazı madenleri bitiriyor ve bu madenleri yönetenler çeteler de çocukları köleleştirerek maden çıkarttığı için buna “çatışma madeni” deniyor. Bu durumda kapitalist teknoloji vegan olabilir mi? Kalkan her uçağın motorlarında kuşlar, her vapurun altında balıklar sıkışarak öldüğü sürece, yani uygarlığın bize keyif verirken bir yandan havayı mahvedip öteki canlıları öldüren insanmerkezci yapıtları sağ kaldığı sürece tüm toplum vegan olsa bile hayvan özgürlüğü gerçekleşemeyecektir. Bir kuşun özgürce kanat çırpabilmesi için bizim onu kafeste veya tabakta hayal etmememiz ne kadar elzemse bombalardan, uçaklardan, rüzgâr türbinlerine kadar onun pırpır atan kalbine karşı yarattığımız bütün o canavar makinelerin de ortadan kalkması bir o kadar elzemdir.
İlle de bu kısa yazının sonunda bile “O zaman ne yapalım şimdi, ölelim mi?” diye reçete bekleyen varsa diye naçizane ekleyeyim: Topyekûn özgürleşme için vegan olmanın yanı sıra atabileceğimiz adımların listesi, büyük market ve mağazalardan alışverişi kesmek, takas pazarlarına, bedava yemek dağıtan projelere güç vermekten, otostop çekmek, araba/otobüs yerine bisiklete binmek, yürümek ve mümkünse bu modern sömürüden koşarak uzaklaşarak her kullanacağımızı/yiyeceğimizi binbir zahmetle kendimiz üreteceğimiz (do-it yourself) parasız ve patronsuz bir kültüre geçiş yapmaya kadar gider. Ha bir de kaçabileceğimiz güne kadar haftada iki kere tok karnına aktivizm yazıyorum. Sömürü kader değil, kesin bilgi, yayalım.

Son haberler.Spor, Finans, Kültür Sanat Magazin, Ekonomi, Dış Haberler, Politika Haberleri - - - - facebook, Instagram, internet, Pinterest, sosyal medya, Twitter, vine

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen beğendiğiniz konulara yorumlar yazarak, diğer kullanıcıların takip etmesinde yarar sağlayınız
Hürriyet gazetesi, Milliyet gazetesi, Sabah Gazetesi, Posta gazetesi, Posta gazetesi, Habertürk gazetesi, Zaman gazetesi, Vatan gazetesi, Taraf Gazetesi, Radikal gazetesi, Cumhuriyet gazetesi, Türkiye gazetesi, Akşam gazetesi, Star gazetesi, Bugün gazetesi, Takvim gazetesi,Sözcü gazetesi, Yeni Şafak gazetesi, Aydınlık gazetesi, Yeniakit gazetesi, İnternetspor gazetesi, Fanatik gazetesi, Yurt gazetesi, Dünya Gazetesi
Meteoroloji,Hava Durumu,Hava Tahmini