1930'ların sanat dünyasında yalnız bir kadın
Tiyatro, operet sanatçısı. Operet kralının kızı,
dublaj kralının eşi, güzellik kraliçesinin kuzeni... Bu şafşatada,
ömrünü hastanede geçiren yapayalnız bir kadın Melek Kobra. Tiyatro Boyalı Kuş ona yeniden hayat veriyor.
Onunla ilgili cümleler, “operet kralının
kızı, dublaj kralının karısı, güzellik kraliçesinin kuzeni” diye
başlıyor çoğunlukla. Oysa o şahsına münasır bir isim; öyle ki bunu
anlatmak istercesine kendine bir soyadı bile seçiyor: Kobra. Tiyatro,
operet, sinema ve dublaj sanatçısı Melek Kobra’nın hayatını sahneye taşıyor Tiyatro Boyalı Kuş. Biz de, tek kişilik oyun olmasına rağmen, bir saat boyunca kendini ilgiyle izleten oyuncu Yeşim Koçak’la Melek’i konuştuk.- Melek Kobra oyununu oynama fikri nasıl gelişti? Teklif size nasıl geldi?
- İşin aslı fikrin çıkışında benim pek bir dahilim yok, yönetmenimiz Jale Karabekir’le oyunun yazarı Rüstem Ertuğ Altınay planlamışlar. Boyalı Kuş’ta Matmazel Julie oynarken sezonun kapanmasına yakın Jale, “Seneye Melek olacaksın” dedi. Teksti okuyunca çok heyecanlandım.
- Peki Melek Kobra’yı tanıyor muydunuz önceden?
- Yakın zamanda yapılan belgesellerden dolayı adını biliyordum, ama işin aslı pek de bilgim yoktu. Hele aile hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum. Meğer ne kadar enteresan, kıymetli bir aileymiş. Mesela halası Neveser Kökdeş ilk kadın bestekârlardan...
- Ama Melek’ten bahsedilirken genelde o atlanıyor…
- Evet, biraz geri planda, ama sanki bunu o istemiş. Eşini Çanakkale Savaşı’nda kaybettikten sonra yüz felci geçirmiş ve pek insan içine çıkmamış, besteleri de biraz gizli kalmış, sonradan ortaya dökülmüş. Çok güzel şarkıları var.
- Role nasıl hazırlandınız?
- Öncelikle eldeki kaynakları okuyarak tabii. Babası Muhlis Sebahattin’in bulabildiğimiz bestelerini dinledik. Melek’in yetiştiği dönemle ilgili şeylere baktık, dönemle ilgili Ertuğ’un yararlandığı bazı romanları; Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu gibi, okuduk. Muhsin Ertuğrul, Afife Jale gibi isimlerin hayatlarına bir daha baktık.
- Ve Melek Kobra’nın hayatını döktünüz sahneye. Bilmeyenlere bir tanıştırsanız onu?
- Melek Kobra, tiyatro, operet, sinema ve dujlaj sanatçısı. Dönemin çok ünlü opera sanatçısı Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kızı. Melek’in ilk soyadı Ezgi yani, daha sonra yine dönemin en meşhur insanlarından, dublaj kralı da denirmiş, Ferdi Tayfur’a aşık oluyor ve evleniyorlar. Böylece soyadı Tayfur oluyor, ancak terk ediliyor. Melek’in aşkı hiç bitmiyor. Boşandıktan sonra kendine bir soyadı buluyor: Kobra. İnsanın kendine Kobra soyadını koyması çok garip. Bütün ömrü neredeyse hastane odalarında geçiyor, sanatoryumlarda gün be gün çürüyor, hiç bitmeyen bir aşkla hep Ferdi’yi bekliyor ve bütün bu süreçte insanlara kini arttığı, haksızlık duygusunu çok yaşadığı için herhalde o soyadını seçiyor. Neyse aileye dönersek, kuzeni dünya güzeli Keriman Halis. En yakın arkadaşı Süreyya Opereti’nin primadonnası ve Gülriz Sururi’nin annesi Suzan Lütfullah. Oyunda daha çok bu isimler geçiyor. Tabii Ertuğ’un kurguladığı bazı isimler de var, bir belgesel değil oyun.
- Bu ünlü isimlerin arasında çok şatafatlı bir yaşam geçireceğini bekliyor insan, oysa çok yalnız, ağır bir yaşam onunki.
- Evet, hazin bir hikâyesi var, çok kısa kalabilmiş bu hayatta ve yaşama karşı o kadar ihtiraslı ki, Beyoğlu geceleri, cemiyet hayatı, balolar; şık tuvaletler, gösterişli takılar… hep bunları özlüyor ama hastalığı yüzünden dört duvar arasında ömrünü bitiriyor. Tanıdıklarının sayfiye evlerinde saatlerce hareket etmeden yatarak kürlerini yapıp iyileşeceğini sanıyor. O dönem bile sürekli bir kürk peşinde, yurtdışından bilmem kim hanım bir türlü gelip de kürk getirmedi, diye yazıyor. Ve çok genç yaşta, 24’ünde ölüyor. Yaşama karşı çok iştahlı ama bir türlü yenemiyor veremi, zaten hayatının sonlarına doğru o da ümidini kaybetmiş... Üstelik çok yalnız. Babası o küçücükken evi terk etmiş, sonra kırk yılda bir görmüş babasını, o hastanelerdeyken hiç yardım etmemiş. Annesiyse kocası terk ettikten sonra kendini alkole verip bambaşka birine dönüşmüş. Âşık olduğu adam da vefasız… Hayatımda ilk defa sahnede, oynadığım bir role acımaktan içim katılıyor. Aslında insan oynadığı karakterin tarafına bu kadar da geçmemeli ama...
- Role hazırlanırken bu kadar araştırma yaptıktan sonra hâlâ Melek’e dair merak ettiğiniz bir şey kaldı mı?
- Ferdi Tayfur onu neden terk etmiş, nasıl boşanmışlar, ne olmuş; bu bilgiler yok mesela.
- Üstelik tek kişilik ve yoğun diyaloglu bir oyun Melek, ama performansınız hiç düşmeden götürüyorsunuz oyunu. Bir oyuncu için bu zor olsa gerek...
- Evet, tek kişilik oyun gerçekten zor. Ben senelerce Kenter Tiyatrosu’nda oynadım. Yıldız hocanın “Hep aşk vardı” adlı tek kişilik oyununda teknik ekipteydim, dolayısıyla oyunu yüzlerce izledim. Ondan birtakım teknik bilgi kalmış bana meğer… Sahnede karşında bir can, elektrik olmayınca, insanın kendini yalnız hissetmesi çok mümkün. Bu oyunda şöyle bir durum var; sahnede yalnızım, doğru, ama Melek de zaten hastane odasında yalnız. Hem bu bir anılar oyunu, dolayısıyla anılara daldığım için kendimi yalnız hissetmiyorum. Ama teknik olarak iyi antrenman gerektirdiği kesin, çünkü sonuçta bir saat on dakika sen konuşuyorsun, uzun soluk istiyor.
- Oyun aslında sadece bir kadının hayatını anlatmıyor; Cahide Sonku, Muhsin Ertuğrul, Suzan Lütfullah, Afife Jale gibi pek çok ismin hayatına da kapı aralıyor. Üstelik kadınların sahnede var olabilmek için ödedikleri bedelleri de çok iyi gösteriyor...
- Evet, oyunda da söylüyor Melek, Afife çok çekti, diye. Darülbedayi’de oyunlarını defalarca polis basmış, kadını sahneden indirip tutuklamaya çalışmışlar. Sonra uzun müddet hayatı turnelerde geçmek zorunda kalmış, sahneye çıkmak istediği için çok zorluklar yaşamış. Hiç vazgeçmemiş. Suzan Lütfullah’ın hayatı da yollarda geçmiş, 24 yaşında, safra kesesi iltihabı gibi basit bir sebepten ölmüş.
- İşin aslı fikrin çıkışında benim pek bir dahilim yok, yönetmenimiz Jale Karabekir’le oyunun yazarı Rüstem Ertuğ Altınay planlamışlar. Boyalı Kuş’ta Matmazel Julie oynarken sezonun kapanmasına yakın Jale, “Seneye Melek olacaksın” dedi. Teksti okuyunca çok heyecanlandım.
- Peki Melek Kobra’yı tanıyor muydunuz önceden?
- Yakın zamanda yapılan belgesellerden dolayı adını biliyordum, ama işin aslı pek de bilgim yoktu. Hele aile hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum. Meğer ne kadar enteresan, kıymetli bir aileymiş. Mesela halası Neveser Kökdeş ilk kadın bestekârlardan...
- Ama Melek’ten bahsedilirken genelde o atlanıyor…
- Evet, biraz geri planda, ama sanki bunu o istemiş. Eşini Çanakkale Savaşı’nda kaybettikten sonra yüz felci geçirmiş ve pek insan içine çıkmamış, besteleri de biraz gizli kalmış, sonradan ortaya dökülmüş. Çok güzel şarkıları var.
- Role nasıl hazırlandınız?
- Öncelikle eldeki kaynakları okuyarak tabii. Babası Muhlis Sebahattin’in bulabildiğimiz bestelerini dinledik. Melek’in yetiştiği dönemle ilgili şeylere baktık, dönemle ilgili Ertuğ’un yararlandığı bazı romanları; Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu gibi, okuduk. Muhsin Ertuğrul, Afife Jale gibi isimlerin hayatlarına bir daha baktık.
- Ve Melek Kobra’nın hayatını döktünüz sahneye. Bilmeyenlere bir tanıştırsanız onu?
- Melek Kobra, tiyatro, operet, sinema ve dujlaj sanatçısı. Dönemin çok ünlü opera sanatçısı Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kızı. Melek’in ilk soyadı Ezgi yani, daha sonra yine dönemin en meşhur insanlarından, dublaj kralı da denirmiş, Ferdi Tayfur’a aşık oluyor ve evleniyorlar. Böylece soyadı Tayfur oluyor, ancak terk ediliyor. Melek’in aşkı hiç bitmiyor. Boşandıktan sonra kendine bir soyadı buluyor: Kobra. İnsanın kendine Kobra soyadını koyması çok garip. Bütün ömrü neredeyse hastane odalarında geçiyor, sanatoryumlarda gün be gün çürüyor, hiç bitmeyen bir aşkla hep Ferdi’yi bekliyor ve bütün bu süreçte insanlara kini arttığı, haksızlık duygusunu çok yaşadığı için herhalde o soyadını seçiyor. Neyse aileye dönersek, kuzeni dünya güzeli Keriman Halis. En yakın arkadaşı Süreyya Opereti’nin primadonnası ve Gülriz Sururi’nin annesi Suzan Lütfullah. Oyunda daha çok bu isimler geçiyor. Tabii Ertuğ’un kurguladığı bazı isimler de var, bir belgesel değil oyun.
- Bu ünlü isimlerin arasında çok şatafatlı bir yaşam geçireceğini bekliyor insan, oysa çok yalnız, ağır bir yaşam onunki.
- Evet, hazin bir hikâyesi var, çok kısa kalabilmiş bu hayatta ve yaşama karşı o kadar ihtiraslı ki, Beyoğlu geceleri, cemiyet hayatı, balolar; şık tuvaletler, gösterişli takılar… hep bunları özlüyor ama hastalığı yüzünden dört duvar arasında ömrünü bitiriyor. Tanıdıklarının sayfiye evlerinde saatlerce hareket etmeden yatarak kürlerini yapıp iyileşeceğini sanıyor. O dönem bile sürekli bir kürk peşinde, yurtdışından bilmem kim hanım bir türlü gelip de kürk getirmedi, diye yazıyor. Ve çok genç yaşta, 24’ünde ölüyor. Yaşama karşı çok iştahlı ama bir türlü yenemiyor veremi, zaten hayatının sonlarına doğru o da ümidini kaybetmiş... Üstelik çok yalnız. Babası o küçücükken evi terk etmiş, sonra kırk yılda bir görmüş babasını, o hastanelerdeyken hiç yardım etmemiş. Annesiyse kocası terk ettikten sonra kendini alkole verip bambaşka birine dönüşmüş. Âşık olduğu adam da vefasız… Hayatımda ilk defa sahnede, oynadığım bir role acımaktan içim katılıyor. Aslında insan oynadığı karakterin tarafına bu kadar da geçmemeli ama...
- Role hazırlanırken bu kadar araştırma yaptıktan sonra hâlâ Melek’e dair merak ettiğiniz bir şey kaldı mı?
- Ferdi Tayfur onu neden terk etmiş, nasıl boşanmışlar, ne olmuş; bu bilgiler yok mesela.
- Üstelik tek kişilik ve yoğun diyaloglu bir oyun Melek, ama performansınız hiç düşmeden götürüyorsunuz oyunu. Bir oyuncu için bu zor olsa gerek...
- Evet, tek kişilik oyun gerçekten zor. Ben senelerce Kenter Tiyatrosu’nda oynadım. Yıldız hocanın “Hep aşk vardı” adlı tek kişilik oyununda teknik ekipteydim, dolayısıyla oyunu yüzlerce izledim. Ondan birtakım teknik bilgi kalmış bana meğer… Sahnede karşında bir can, elektrik olmayınca, insanın kendini yalnız hissetmesi çok mümkün. Bu oyunda şöyle bir durum var; sahnede yalnızım, doğru, ama Melek de zaten hastane odasında yalnız. Hem bu bir anılar oyunu, dolayısıyla anılara daldığım için kendimi yalnız hissetmiyorum. Ama teknik olarak iyi antrenman gerektirdiği kesin, çünkü sonuçta bir saat on dakika sen konuşuyorsun, uzun soluk istiyor.
- Oyun aslında sadece bir kadının hayatını anlatmıyor; Cahide Sonku, Muhsin Ertuğrul, Suzan Lütfullah, Afife Jale gibi pek çok ismin hayatına da kapı aralıyor. Üstelik kadınların sahnede var olabilmek için ödedikleri bedelleri de çok iyi gösteriyor...
- Evet, oyunda da söylüyor Melek, Afife çok çekti, diye. Darülbedayi’de oyunlarını defalarca polis basmış, kadını sahneden indirip tutuklamaya çalışmışlar. Sonra uzun müddet hayatı turnelerde geçmek zorunda kalmış, sahneye çıkmak istediği için çok zorluklar yaşamış. Hiç vazgeçmemiş. Suzan Lütfullah’ın hayatı da yollarda geçmiş, 24 yaşında, safra kesesi iltihabı gibi basit bir sebepten ölmüş.
Son haberler.Spor, Finans, Kültür Sanat Magazin, Ekonomi, Dış Haberler, Politika Haberleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen beğendiğiniz konulara yorumlar yazarak, diğer kullanıcıların takip etmesinde yarar sağlayınız
Hürriyet gazetesi, Milliyet gazetesi, Sabah Gazetesi, Posta gazetesi, Posta gazetesi, Habertürk gazetesi, Zaman gazetesi, Vatan gazetesi, Taraf Gazetesi, Radikal gazetesi, Cumhuriyet gazetesi, Türkiye gazetesi, Akşam gazetesi, Star gazetesi, Bugün gazetesi, Takvim gazetesi,Sözcü gazetesi, Yeni Şafak gazetesi, Aydınlık gazetesi, Yeniakit gazetesi, İnternetspor gazetesi, Fanatik gazetesi, Yurt gazetesi, Dünya Gazetesi
Meteoroloji,Hava Durumu,Hava Tahmini